13 Ağustos 2011 Cumartesi

Ninja Kaplumbağalar




Eminim ki ben ve benim gibi bir çok velet koltuklarımız başında ninja kaplumbağaların başlamasını beklerken şarkıya eşlik etmeyi çok isteyip de becerememişzdir. Özellikle

'Heroes in a half shell
Turtle power!'

denilen son kısmına.

Hepimiz ayrı bi kafadan sallamışızdır. Örneğin ben;

'Habızımı haşmıl
Teritööör'

Habızımı haşmıl ne a.q ya? Sonra da gel benden gelecek bekle, toplumsal sorumuluk bindir omuzlarıma. Olacak şey değil.

4 Ağustos 2011 Perşembe

On Binniran Var Mı?




Çok acayip bir okulda okudum 8 sene, orta sona kadar. Okul tepede bir yerdeydi. Eğer 8 sene o okula gitmemiş de daha düzlükte başka bir okula gitmiş olsaydım, bugün hem alnım ve CV'im daha pak hem de omurga sistemim daha dik olarak hayatımı idame ettiriyor olurdum, bundan şüphem yok. O allah’ın belası yokuşu günde iki kere çıkıp inerdim. Öğle paydosu gibi gereksiz bir uygulama sahibiydi okulum ve evim yakın olduğu için öğlen yemeğini evde yer tekrar okula giderdim.

Tevfik İleri isimli bu sikindirik okul Pendik’te Tavşantepe denilen bölgenin üstünde yer alıyordu. Yani Tavşantepe'nin de tepesinde, bir ilkokul öğrencisi açısından daha içten bir tanımla ifade edecek olursam okul tam olarak ‘anasının amında’ idi. Coğrafi olarak zirvesel bir konumda olan Tevfik İleri İlköğretim Okulu sosyo- ekonomik ortalama ve öğrenci başarısı olarak zirveden ovaya iniyordu. Biz takıldık orda 8 sene ova yüzü görmemiş en dağlı arkadaşlarımızla. Okulun yarısının, öğrenci değil canavar olduğu bu okul öğretmenler için ise tam bir sürgün yeriydi. Din hocası bile gelmezdi kaçardı. Son çare cami imamına para verip gayri resmi derse soktular. Salak imam hafta içi bi dersini camide yapmaya kalkışınca halıları çalan çocukları aradı durdu bütün dönem…

Bakın şöyle izah edeyim size; bir okul düşünün ki matematik dersi her sene boş geçsin. Ne acı değil mi? Yok lan şaka bu ne ki, dert mi bu şimdi. Matematik falan dert etmeye değmez. Asıl şimdi başlıyorum: Bir okul düşünün ki tavanında ayakkabı izi bulunan sınıfları olsun, tuvalatinde lavaboya sıçılsın, ilkokul beş öğrencileri derste kızlara sikini göstersin, derste çıkartıp sınıfa işesin.. Düşünün o ilk okullular yandaki mezarlığa gidip, kızları korkutmak için eşeledikleri mezardan kuru kafayı kapıp gelsinler okula… Ayılan bayılan kızları hala net hatırlıyorum. Sonra tantanayı duyan orta okullular ilkokulları döverek kuru kafayı ellerinden alsın ve bahçede rahmetliyle basket oynasın. . . Her daim çıkışına polis aracı gelen bir ‘ilköğretim’ okulu biliyor musunuz siz?

Gerçekten çok savaşan ama az sevişen bir okulduk. Kimse kimseyle pek çıkmazdı. Bu benim çok garibime gidiyor hala. Bunca pislik, inanılmaz hadiseler dönerken bu ilköğretim okulundan her sene 5-10 hamile çıkartmalıydık. Ama yok, piçlikten zaman mı kalmıyor nedir bilemiyorum. Kız- erkek ilişkileri yerlerde sürünüyordu. Etraf platonik aşktan geçilmiyordu. Aslında sebebi biraz belli çok güzel bir kızdan hoşlanıyordunuz. Tabi o güzel kızdan Kaynarcalı ayı tayfası da hoşlandığı için aşkınızı resmiyete dökmek her gün dayak yemek anlamına geliyordu. Aşık olunacak güzel cici kız kategorisi de Kaynarcalılara bakmıyordu. Genel tablo böyle olunca 3-5 önemsiz, haftalık aşklar yaşıyordu Tevfik İleri hepsi bu. Görmemişlik kötü tabi. Bu yüzden lisede millet bi sürü, bi sürü kızlarla çıkmış, artık öpüşmeden sevişme aşamasına geçmişken ben hala uzun bir müddet kızlardan hoşlandığımı saç çekip, şiddet uygulayarak ifade ediyordum en homosapiens halimle.


Garip garip lakaplı çok acayip arkadaşlarım vardı. Okulun yarısı Kaynarca denilen boktan bir yerleşkeden gelir, birbirlerine çok yakın mahallelerde oturur ve kendileri dışındakilere sataşırlardı. Kendi aralarında akraba gibi oldukları için pek hır gür etmezler genelde husumetleri ‘’biz’’le olurdu. Ama ben de bunlardan birisiyle ya sıradaşlık etmiş, ya bir yerde bir iyilik yapmış olur bir şekilde arkadaş olduğum için bana da pek karışan görüşen olmazdı. Tevfik İleri’de sigaraya başlama yaş oranı 10-11 civarıydı. Öğle tatilinde en büyük zevkleri okulun arkasındaki koruluğa geçip, sigara tellendirip günün anlam ve önemine yakışan façayı atmaktı. Faça atmak çişe gitmek gibi bir şeydi bunlar için. Emrah diye bir çocuk vardı o kolu hala unutmam. Faça atacak yer kalmamış artık. Faça üstüne faça. Öyle çukurlar olmuş ki kolda dirsek bükümü nerden anlayamazsın. Böyle adamlar var. Hani şu iki tane piç var ya darbuka çalıyor bir tanesi diğeri de söylüyor.(Hamam tası da gümüşten) Çocuklarda öyle bi gırtlak, öyle bir ses var ki 12 yaşında sigaradan, rakıdan gitmiş sanki amk. Aynen bizim bu Kaynarcalılarda 12 yaşında gırtlak kanserine merhaba demeyi başaran gururlu rekortmenler çıkartması an meselesiydi o yıllarda…



Mesela Bülent diye bir çocuk vardı. Beden çocuk bedeni ama sıfata bak psikopatlık, puştluk yüzüne vurmuş ibnenin. Bi gözü Hayko Cepkin gibi kısıktı. Ve suratında hep bi ‘ananı bellerim’ bakışı vardı. 12 yaşında bıyığı vardı çocuğun- bıyığı! Şimdi hakikaten çocuk diye bahsetmek bile garibime gidiyor davul Bülent’ten. İlkokul beşte 31 çeken çocuk mu olur? Hadi çekiyorsun be ibnenin evladı ‘’olum valla da billa da benden geliyor yemin ederim geldi inanmıyorsan gösteriyim diyen bir çocuk mu olur? İstersen sperm değil sikinden Samantha Fox çıkart yine merak etmem, göster demem Bülent bana ne bir siktir ulan!



Bu erken mastürbasyon vakaası Bülent’in olayı şuydu okulda; her gün kimi görse simit alacağım diye ‘’onbinniran var mı’’ diye sorardı. Hele bizim gibi ‘temizpak’ çocuklara kesin sorardı bir tek kendi mahallesindekilere sormazdı. Yok deyince atardı elini cebe, şıkırtı geliyorsa ‘’niye yalan diyon’’ diye ‘’yirmi beş binnira’’ alırdı. Sanırım herkesten aldığı bu on binniralarlan simitçi açacak parayı toplamıştır Bülent . İllallah ettim artık Davul Bülent ve kumbarasal varlığından. Tersleyip vermemek kolay. Bizden küçük her türlü döveriz ama sonrasında başına gelecekler belli. Bütün Kaynarcalı kapkaççı abileri okulda sana saldırıyor. Lan dedim kurtuluş yok bari oyunu bunun kurallarına göre oynayayım. Ben de artık okulda ne zaman Bülent’i görsem o bana sormadan Bülent ‘’on binniran var mı simit alcam para yok, ço acım oluum’’ derdim. O da ‘’ valla yok olum’’ ‘’valla da billa da yok’’ derdi. Hatta inandırıcı olsun, kıllanmasın diye ona sorduktan sonra etrafta kim varsa onlardan sırayla on bin lira isterdim. Haftalarca o bana sormadan ben ona ‘’onbinnira’’ sordum durdum ve o hep valla yok billa yok dedi. Bir kaç hafta sonra ne Bülent bana, ne ben ona bozuk para sorar olduk. Üstüne bir de işportacı ahlakı geliştirdik kendi aramızda. Daha doğrusu o geliştirdi. Benim çevremdekilere, takıldığım çocuklara sormayı kesti çünkü ondan önce ben soruyordum nasıl olsa… Ortaokul bitti, lise bitti. Büyüdüm. Bülent de büyüdü kumbarası da. Ama simit lazımdı hep. ‘’Onbinniran var mı’’lar yerini sorgusuz sualsiz bıçaklı almalara bıraktı, onbinniralar, milyonlara, milyarlara çıktı, cep telefonları çalındı, kapkaç yaralama gırla. Kısaca illegal ne kadar iş varsa bulaşmışlar sonra ondan bundan duyuyordum…

Geçen hafta akşam vakti tekelden iki bira, cips mips almış eve geliyordum köşeyi dönerken aynen film karesi gibi sireni yanan polis arabaları frene köklendiler siyah bir Opel’i kıstırdılar. Opel’den den bir çocuk çıktı koşmaya çalıştı fakat silahlı polisler araçtan çıkıp götüne kadar girince, dur ihtarına uyarak yere yatıp ellerini kafasına koydu. Yerdeyken birisi hemen kelepçeyi geçirirken diğerleri tekmeliyordu. ‘’Ne kaçıyorsun piç’’ diyip, küfür kıyamet bir şekilde yerdeki elemanı baya hırpaladılar. Konuşmalardan anladım ki eleman aracı çalmış, polisler düşmüş peşine gece boyu baya bir kovalamışlar. Harala gürele biraz dindi, en sonunda yerden kaldırıp polis aracına yasladılar üst araması için ki o sırada elemanın kafa göz patlamış. Kaşından kafasından kan akıyo, suratı şiş. Fena benzettiler diye bakarken çocuğu çok geç tanıdım. Gayri ihtiyari ''Hasssiktir Laaan. Bülent'' dedim. Kanrevan içindeki o meymenetsiz surat karanlıkta bana döndü ve acıdan inleyip bir yandan da Bayhan Bayhan gülerek ‘’Valla on binniram yok moruk’’ dedi… Polisler aptal aptal ikimize baktı, Bülent’i karga tulumba araca koyup gittiler…

Muhtemel Taksici Cinayetleri




Taksicilerden 5 kişi almayanını mı, yoksa kısa mesafeye gitmeyenini mi daha önce öldürmek istiyorum, henüz karar veremedim.

Yolda bir bira daha alarak içe içe tutuyorum evin yolunu. Sofraya oturuyorum söylene söylene... Dilimde de aynı soru, sesli düşünüyorum, höpürdeterek içiyorum efes extramı yanında doritosla, papatya desenli köylü güzeli masa örtüsünde ve Ceyun Carovır benim için günün en güzel lafını ediyor:

''Her güzel gece bir taksinin kapısını açtığın an sakatlanır. Hepsini öldür çekirge.''

Şoförler Birliği öfkeli...

19 Ekim 2010 Salı

Eyüp Sultan 2010 Ö.S.S Başarı Tablosu




Öğrenciler ve aileler çok heyecanlı. Her sene olduğu gibi bu sene de manzara yine aynı. Haziran ayında yapılan ÖSS öncesi bütün öğrenciler ve aileleri türbelere akın etti.

Dershaneye giden-gidemeyen, bütün sene aylaklık eden, az biraz çalışan, bilgisine ve kendisine değil de işi ''allah''a kalmış bütün yavrucaklarımızı üniversiteye sokmak adına fedakarlıktan kaçınmayan, en az diğer tüm yurt türbeleri kadar iddaalı olan kurumumuz bu sene de boş geçmedi. işte gurur tablomuz:

1) HANİFE TOKTAMIŞ

Başarı Puanı ve Okulu:
Kabir mermerinde 58 saniyede seri hareketlerle sürtünme kuvvetiyle bir adet kurşun kalem yakma
100. YIL ÜNİVERSİTESİ - ud ve ud oymacılığı

2) SÜLÜMAN MAŞALLAH

Başarı Puanı ve Okulu:
Kararlı ve çevik bilek hareketiyle türbe kapısına sürttüre sürttüre 49 saniyede öss giriş formunu kül etmek. K.A.T.Ü - nakkaşlık

3) MURTEZA HAKYEMEZ

Başarı Puanı ve Okulu
2 adet 07 uçlu rotring tikky marka kalemi tabiri caizse türbenin her bi yerine sürte sürte yıldırımlar çaktırarak eritme
İSTANBUL ÜNV. KONSERVATUARI - modern arap dansları

4) NURETTİN ŞENPAK

Başarı Puanı ve Okulu: 5 Haziran 2010 tarihli Vakit gazetesi ve beraberinde getirdiği çıraları sürttüre sürttüre türbe içinde kamp ateşi kurup yaktığı ateşte sosisli kızartıp bütün türbe müminlerine dağıtmak suretiyleeeee ...
biz diyelim HARVARD siz deyin OXFORD !!! Allah sizi inandırsın hem de burslu !
Gururumuz Nurettin..

(2010 ziyaretlerimiz başlamıştır!)

29 Eylül 2010 Çarşamba

saçma salak komplo teorileri volume I

Türkiye’nin büyük genç nüfus potansiyelinden tırsan Amerikalılar bu hadisenin bir çaresine bakmayı, nüfusumuzun kökünü kurutmayı kafalarına koymuşlar. Bu konuyu bizzat yürüten savunma bakanlığı hükümettin ayırdığı fondan sağladığı paralarla Türkiye’de bir ped markasını hayata geçirip, fabrikalar kurmuş. Şirin tv reklamları ve ekonomik fiyatıyla Türk kızlarını ağına düşürmeyi amaçlayan hain Amerikalılar, bu pedlerin içine bilimadamları tarafından ‘’kısırable’’ denilen mikrobiyolojik bir mahlukat zerk edivermişler. Çıplak gözle görünemeyecek kadar küçük olan bu mikro canlı kristal formunda ve cansız imiş fekat ta ki masum genç kızlarımızın regl oluvermeleriyle kana susamış pis Amerikalıların bu şerefsiz mahlukatı canlanıveriyormuş. Pedin ultra esnek kanatlara sahip olması meğersem sırf bu mahlükat için, kanatlara basa basa, hoplaya zıplaya masum yavrucaklarımızın yumurtacıklarının derin köşelerine daha rahat nüfüs etmesi içinmiş.Bu canavar yavrularımızın yumurtalarını afiyetle yiyip bitiriyormuş. Eyvahlar olsunmuş… Allah korusunmuş…

3 Haziran 2009 Çarşamba

bazıları ayak sever, bazıları ayakta...

Ece Gürsel, Boxer dergisi'ne konuştu : Yemek masasına yaklaşan kadını ayakta karşılayan erkek benim için çok seksidir!

şeklindeki gereksiz magazin sütununu okur okumaz aklıma Eminönü geldi. Sea Star...Beş senelik ''Tarihi(!)'' Eminönü Balıkçısı... Masalar Tabureler...Masaları garda almış, her daim hücumda, her daim ayaktaki sözümona 'geleneksel' Osmanlı kıyafetleri giymiş, fesli kara kara oğlanlar düştü akılma... Ece bir siktirgit allahın varsa dedim. Dardanel Ton koydum ekmek arası, yanına da kola ohh... Serdim gazeteyi altına, yağları şıp şıp etti Ece'nin mahremine, bir de sigara içmişim ki ...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Çocukluğumun üstünden Magirus Geçti


Merhaba ben Ayhan. Trakyalı bir anne ve Egeli bir babanın çocuğuyum. Kardeşim mi? Kardeşim, Balkanlar’dan evimize zoraki göçmüş bir Çingene. Kulağa garip geliyor evet ama öyle. Taa 1993’ün ramazan ayında ben henüz 7 yaşında olduğum sıralar, babam sahura kalkmamakta ısrarcı iftar saatine dek yatakta kestiren bir kişi olarak, Magirus minibüsüyle eve doğru yol almaktayken, oruç başına vurmuş, pusulası şaşmış. Sen git kır direksiyonu ters şeride kuzeye kuzeye, ev diye nerelere git. Hatta Tekirdağdan geçerken kayınpederini yolda pide kuyruğunda gör de hiç kıllanma! Taa Edirnekapı’ya kadar var. E be peder ben ne diyeyim ki sana?! Sınır kapısına varması tam iftar vaktine denk geldiği için vın turizm karışanı görüşeni olmadan Bulgaristan’a topuk!(Hadi top sesinden sonra bizimkilerin nevri döndü de, Bulgarlar ne halt yiyordu ondan bende bir haberim) Bulgar topraklarındak Kiril Alfabes ’yle yazılmış tabelaları okuduğunda bizim ilçedeki Rum mahallesine geldiğini sanıp ‘’ Ulan bunlar da iyice azıttılar, ibnelerin denize dökülme zamanı yakındır’’ şeklinde en milliyetçi, militarist kızgınlık haliyle yoluna devam etmiş. Sınırı 10 km kadar geçtikten sonra anca kendine gelmiş bizimkisi. ‘’Yedik bir bok bari orucu açalım da öyle yollanalım eve’’ demiş; yemek yiyebileceği bir yer ararken, kırsalda kulağına tatlı tatlı Ege havalarına benzer müzikler kaçmaya başlamış. Müziğin geldiği yere doğru direksiyon kırmasıyla salaklığına ilk davetiyeyi aps ile yollayıvermiş. Çadırların arasında, bazı bazı konuşlanmış fayton ve karavanlardan başka dört tekeri bulnmayan bu Çingene mahallesinde, bizim külüstür Magirus, yakamoz altında Ferrari gibi ışıldamış. Peder beyi sövüşlemek için ahali adamı krallar gibi karşılamış; çengiler, çalgılar, dans eden kızlar, üzümler, müzümler neleer neleer… Sırım gibi, allı morlu fistanların içine don giymemiş Çingene kızlarının dansıyla mest olan peder bey, girmiş bir günaha sallamış orucu, ramazanı. Şişe şişe şarapları da içip zoom kafayla göbekler atmış. Bahşişlerin ardı arkası gelmemiş. İçki gelir bahşiş, yemek gelir bahşiş, kızlar bahşiş, ota bahşiş, boka bahşiş… Bir insan evladının Ankara pavyonlarında 5 gece takılıp da sövüşlenemeyeceği kadar sövüşlenmiş yaban ellerde, Bulgaristan ikametli Çingeneler tarafından. En maymun olduğu sıra, dans eden kızlardan en güzeliyle evlenmeye kalkmış. Bizim Magirus’u on dakika içinde gelin arabasına dönüştürmüş doğuştan iş adamı Çingeneler, fakat bebeksiz bir gelin arabasına zırnık vermemekte inat eden babamı iliğine kadar emmekte kararlı olan abiler, 2 dk sonra kocaman kara bir bebeği magirusun önüne oturtup sarmalanmasıyla üstünde annemin adının yazılı olduğu evlilik alyansını son bahşiş olarak nazikce tokalamışlar. Bizimkisi havalı kornasını öttüre öttüre, kızı alıp evin yolunu tutmuş. Eee kız yolda bir punduna getirip topuğu basmış tabi, ya ne olacaktı? Buraya kadar olan kısmı kahveciler kralı Cemil Abi’den dinledim sonrasını zaten biliyordum. Tamam peki siz de bilin…

Babam, devrisi gün iftar saatinde anca eve geldi ve kimseyle konuşmadı. Sahura kalktığımızda bahçedeki minibüsten kulağımıza feryat figan kedi miyavlamasına benzer birtakım sesler ilişti. Bizzat ben fırdöndüm, fakat kedi medi bulamadım, bulduğum şey arabanın önüne fiyonkla tutturulmuş, açlık ve susuzluktan ölümle cebelleşen, kara kuru bir Çingene piçiydi. Daha sonraları babam, gerek üşendiğinden, gerek geri vermek istemediğinden, gerekse ramazanda oruç oruç yediği nanalere karşın bu bebeye kendisinin bakmak zorunda olduğu, Allah celle celalü tarafından böyle bir cezaya çarptırıldığına kendisini inandırıp, bu piçe Ferdi adını taktı, kafa kağıdı çıkardı. Ben de bu piçe kardeşim demeye zorlandım, yeri geldi dövdüm yeri geldi sevdim,işte böyle… Şimdi bırakalım şu çingeneyi , hikayemi piç etmesin de kendisi gibi, biz yolumuza devam edelim.

İşte efendim biraz sıra dışı aile bağlarım olmasının yanında pek fazla bir özelliğim yok.19 yaşındayım ; sıradan, tıfıl birisiyim. Hayır, hayır aslında o kadar da sıradan değilim, yani en azından bizim coğrafyada ve böyle bir anne -babanın çocuğu, Çingen abisi bir şahsiyet olarak sıradan sayılmam hiç bir enstrüman çalamam, hatta blok müzik derslerinde flüt bile çalmışlığı bulunmayan kulak ve ritim duygusu sıfır bir Egeli olarak ekstrem birisi olduğum bile söylenebilir. Özellikle ebeveynlerim ve beni sevmeyen, çekemeyenler tarafından sürekli ‘’yeter be amma caz yaptın’’ gibisinden azarlar işitirim fakat, güzide bir müzik türü olan cazla olan gönül bağım tamamen profesyonel bir dinleyicilikten ibaret olması, müziğe yeteneğim olmaması ve sadece konuşmayı pekçe seven birisi olduğum için bu laflarla iki ayrı koldan bana laf sokmaktadırlar.1-Hiç bi skim çalamıyorsun, ailenin yüz karasısın, kırnata darbuka, zurna varken aptal Amerikan Cazını dinliyorsun. 2- Gevezenin, kafa s*kenin önde gidenisin kapa çeneni artık.Büyükler böyle işte hep azar hep azar…Aslında bir çoğunuz için sabi sayılırım fakat bence hiçte öyle değil. Her 19 yaşındaki insan gibi ben de gayet ve pek doğal olarak kendimi hiçte sabi olarak görmüyorum. Çocukken şunu yapardım dediğimde şimdi çok büyüdün ya diyen her ergene, kafa atma hissiyle yanıp tutuşan bir yağız bir delikanlıyım. Çok volta attık eften püften mevuzlarda esas mevzuya dönelim ağabeyler, ablalar çocukluğuma. Haydi bismillah.

Evet, ben de bir çoğumuz gibi yıllarca sabahın altısında kalkıp o gavur çizgifilmlerini izleyerek büyüdüm. Hep oradaki hayal dünyasına özendim, ülkem şartlarında kurgusu da hayaldi, kurgu olmayanı da benim için, ayrı bir kültürün ortasında. O gavur çocukları gibi pembe domuzcuktan, şirin bir kumbaram olmadı. Domuzcuğun gerçeğini bile çıplak gözle görmedim daha. Canlısı pek sevilmiyor ülkemde minyatür, porselenden, ortası delikli kumbara versiyonu da o sevgiden nasiplenemiyor haliyle. Ne domuz, ne koyun ne de keçi olsun kumbarasını yapıp içini hiçbir metalimsiyle doldurmuyoruz biz, ama canlılarının içini ritüel eşliğinde çok güzel boşaltıyoruz hala yol kenarlarında, sıcak oluk oluk kanlarıyla, bağırsaktır sakatattır arta kalan ne varsa oraya buraya gömü gömü veriyoruz, çoluk çocuk bostanda maç ederken ramazan sonrası, müsabakalara bok sıçrasın daha bir eğlenceli olsun diye.İyi insanlarız ve manitu bizi çok seviyor... Eee haliyle gavurların kumbarasından yoksun olduğumdan büyükler iyi bir çocuk olduğumda olmayan kumbaramın içine cent olsun tl olsun atamıyor. Oysa bana kalsa ben her daim, istisnasız iyi bir çocuktum ve bu sebeptendir ki nice Pazar pikniklerinde inatla şirinleri görme istediğinden kendimi alıkoyamadım. Her seferinde onları göreceğimden emin bir vaziyette o mavi, sevimli arkadaşlarımı aradım. Kesin ormanın bir köşesinde deliler gibi eğleniyorlardı , uzun eşek, mendil kapmaca falan oynuyorlardı ya da belki de ateşin başına çoktan toplaşıp müzisyen şirinin gırnatasıyla fasıl’ın en koyu yerinde kendilerinden geçmiş, bıyıklarını bura bura Şirine için birbirlerine efeleniyorlardı tatlı tatlı. Aradım, aradım, aradım… ama yine bulamadım; sonra nerde hata yaptığımı kendi kendime sorarken ayıktım mevuzuyu. Onları aramayacaktım bir yere çöküp gelmelerini bekleyecektim, ben iyi bir çocuktum ve ormana gitmem kafiydi, aramak saçmaydı, onlar bana gelecekti. Beklemekten sıkılıp kestirdiğim bir gün homurtularla uyandığımda uyku mahmurluğuyla şirin babanın beni kaba bir şekilde uyandırdığını sandım. Fakat üslup farkı yanılsamamı kırdı. ‘’Ulan eşşeoğlu eşek! Sen adam olmayacak mısın he? Gavurun dölü! ‘’Diyen ve kulağımı çekip, kulak ve boyun arasındaki birleşim yerlerinden kan damlacıkları çıkartabilecek kadar gözü dönmüş birisinin şirin baba olmadığını kanıksadım. Evet arkada jandarma, babam tek forvet golü bulmuşlardı. Golleri-kulak çekme, tokat, göte tekme- yedikten çok sonraları anca fark edebildim babamın kafasındakinin, kırmızı, Coca Cola amblemli, eşantiyon bir bere olduğunu.

Bizim buralarda işler hiçte Beverly Hills’teki gibi işlemiyordu oysa ben gerçek hayatta bir Blanca’ya bile sempati besleyebilirdim, Çanakkale’nin sümüklü kızlarının yerine. Bütün ataklarım sonuçsuz kalıyordu. İşleri güçleri Coca Cola şişesinde çimleri ezip yaptıkları yeşil suları çay diye birbirlerine ikram etmek olan bu kızlar çocukluğumu ziyan ettiler. Büyüyünce etrafında beş kızla gezmek tozmak eğlenmek cool olabilirdi, lakin küçükken durum çok farklıydı. Kızların aralarına karışmaya çalıştığımda, ne zaman iki çimende ben ezeyim, birisiyle Wilma ve Fred olalım gibi niyetlensem -onu geçtim Ninja Kamplumbağalar ve April arasındaki kur&arkadaş arası bir ilişkiye bile rağzıydım- hep aynı fişleme! Hiç irlandalı’ya benzediğimi sanmıyorum fakat makus kader hep aynı… Kızların içinde kızılcık bir bebek olduğum iddiası Çanakkale kızlarının gerizekalı alkış temposuyla sürüp gitmekteydi…



Çocukluğumda özendiğim ve eksikliğini duyduğum şeylerden bir başkası da bisküvi kavanozuydu! Hala o ezikliği içimde hissederim, içinde her daim taze bisküviler barındıran, boyumun uzanamayacağı bir yerde gözüme soka soka üzerinde ‘’Biscuit’’ yazan bir kavanoz… Ödüllendirmeler ve cezaların o kutu üstünden gitmediği bit çocukluğu yaşamak en son isteyeceğim şeylerden biriydi ama dedim ya başka kültürün başka bebeleriydik ve o aşk bize yasaktı. Bu Amerikanvari beklentiler hayli hayalperest kaldı, hısım akrabanın Alamanyalardan getirdiği teneke çikolata kutusuna iğne,iplik,makara ve çamaşır lastiği koyan bambaşka bir kültürün çocuğuydum ben.

Richie Rich, beyaz yatının kamarasında dişlerini parlatarak gülerken, iş hayatıyla ilk tanışmalarımı gerçekleştirdim. İkinci lig maçlarında su satmak pek kar getirmeyince minibüs duraklarına yöneldim, fakat bilemedim suculuğun da mafyanın eline düştüğünü anca o günlerde öğrendim. Suculuktan ayaklı limonatacılığa geçtim, iki kuruş karla zeka parıltısı bir hareketi ircaa ettiğimi sanarak, şirket genişlemesi için, bakkalda borç yazdırılıp alınan Tikveşli Yoğurt ’tan ayran yapıp satmak gibi bir hatayı ise, ne hayat affeti ne de babam. Yenilelen saltanatlık tokatla iş dünyasına gutbay diyip, yırtık, dökük, çamurlu eşofmanlarımla koşuverdim futbol sahalarına. Hippi bir Tusubasa’yı kimse yadırgamadı, hem Tusubasa kimdi ki? Ben, nefes nefes kalıp pancar gibi kızarmadığım, alnımdan dumanlar tütmediği müsabakaya müsabaka demezdim Tusubasa terlemezdi bilene. Sadece özendiğim tek nokta, annesi bir kere olsun yemeğe çağırmıyordu maçın en heycanlı yerinde şanslı piç Tusubasayı . Ben ve Tusubasa top peşinde koşa duralım. Snoopy deki Charlie Brown hala beyzol oynuyordu o sıralar… Neyse biz ata sporumuz futbola, mahallemize geri dönelim. Dağılın lan ben döndüm dedim çocuklarla sevgiyle kucaklaştık ama bu Fairplay havası fazla uzun sürmedi… Çünkü hiçbir kolasına mahalle maçında Fairplay olmazdı, kavgasız gürültüsüz geçen ve sonu gelen hiçbir kolasına maça şahit olmamıştı bu bünye. Bir kere Necati İngilizce bilmiyordu, Fairplay’e ise kulak aşinalığı vardı ve hiçte hoş bakmıyordu olaya. Alpay’ın Hırvat Goran’ı neden niçin düşürmediğine dair binlerce versiyonlu küfürlere sahipti Necati ve Fairplay’e karşıydı… Ah Necati nasıl kırdın o ayağımı? Şimdi gel kasa kasa kola vereyim yapılacak iş miydi sanki U.E.F.A finali değil lan ya bu! Yeşilcik’in yamuk sahasında, çakma Mikasa’yla kolasına maçtı epi topu, kavrayamadın, anlayamadın Necati… Tamam Alpay & Fairplay travmasını atlatamayan Necati, karşı takımın defasındayken kaleye süratle tek başına atak yapmak ve Necatiyi arkaya almak da benim salaklığım kabul, baktın Necati arkada çek şutu, ya da bırak kaç dimi? İlle atıcam o golü diye aynı ayak, aynı yerden, geleneksel Necati tekmesiyle dördüncü defa kırılınca 19 yaşında jübilemi yapmış bulundum. Bir oğlunu –bendeniz- topçu, diğerini popçu yapmakta hastalık derecesinde kararlı olan babam, futbol hayatımın sona ermesinden sonra üstümden meşin yuvarlak ve milyarlar paralelli iki gram ilgi ve sevgisini de tamamen esirgeyip, alayını Çingen kardeşime transfer eden babam onun için hala çok umutlu. Hatta ona sorsanız popçu olacağından %100 emin, artık onun tüm çabaları hem popçu hem topçu olması için. Tipinden, genlerinden dolayı kardeşimin bir nimet olduğu kanısında ve birazcık daha yaşı ilerlediği zaman papatya suyunu saçlarına basıp, part time topçu, part time popçu bir oğul sayesinde, full time ense eden, göbekli bir milyarder olacak. Sizin anlayacağınız birkaç sene sonra sahnelerde Tarık Mengüç , yeşil sahalarda Xavier , coming soon!!!

Peder bey ilgiyi,sevgiyi kesti ama çok kral bir hediye verdi; Magirusu bana bıraktı! Tabi duraktaki sırasını, kahve arkadaşlarını, salak muavini, ve bütün git gelleri ile beraber… Hele şu alçı bir çıksın da Magirus mu kalıyor ortada görücez bakalım, yakmasam adam değilim. Sonra ver elini New York, atlıycam bir balıkçı teknesine ohhhşş. Bizim ilkokuldan bi Sami var kral çocuktur, içince biraz fazla havaya giriyor derler ama yine de sağlam çocuktur, usta kaptandır. 10 saatte gideriz abi dedi. Çok yapmış bu kaçakçılık işini… Bekle lan beni New York! Bekle beni bisküvi kavanozu! Bütün hıncımı almaya geliyorum!