3 Haziran 2009 Çarşamba

bazıları ayak sever, bazıları ayakta...

Ece Gürsel, Boxer dergisi'ne konuştu : Yemek masasına yaklaşan kadını ayakta karşılayan erkek benim için çok seksidir!

şeklindeki gereksiz magazin sütununu okur okumaz aklıma Eminönü geldi. Sea Star...Beş senelik ''Tarihi(!)'' Eminönü Balıkçısı... Masalar Tabureler...Masaları garda almış, her daim hücumda, her daim ayaktaki sözümona 'geleneksel' Osmanlı kıyafetleri giymiş, fesli kara kara oğlanlar düştü akılma... Ece bir siktirgit allahın varsa dedim. Dardanel Ton koydum ekmek arası, yanına da kola ohh... Serdim gazeteyi altına, yağları şıp şıp etti Ece'nin mahremine, bir de sigara içmişim ki ...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Çocukluğumun üstünden Magirus Geçti


Merhaba ben Ayhan. Trakyalı bir anne ve Egeli bir babanın çocuğuyum. Kardeşim mi? Kardeşim, Balkanlar’dan evimize zoraki göçmüş bir Çingene. Kulağa garip geliyor evet ama öyle. Taa 1993’ün ramazan ayında ben henüz 7 yaşında olduğum sıralar, babam sahura kalkmamakta ısrarcı iftar saatine dek yatakta kestiren bir kişi olarak, Magirus minibüsüyle eve doğru yol almaktayken, oruç başına vurmuş, pusulası şaşmış. Sen git kır direksiyonu ters şeride kuzeye kuzeye, ev diye nerelere git. Hatta Tekirdağdan geçerken kayınpederini yolda pide kuyruğunda gör de hiç kıllanma! Taa Edirnekapı’ya kadar var. E be peder ben ne diyeyim ki sana?! Sınır kapısına varması tam iftar vaktine denk geldiği için vın turizm karışanı görüşeni olmadan Bulgaristan’a topuk!(Hadi top sesinden sonra bizimkilerin nevri döndü de, Bulgarlar ne halt yiyordu ondan bende bir haberim) Bulgar topraklarındak Kiril Alfabes ’yle yazılmış tabelaları okuduğunda bizim ilçedeki Rum mahallesine geldiğini sanıp ‘’ Ulan bunlar da iyice azıttılar, ibnelerin denize dökülme zamanı yakındır’’ şeklinde en milliyetçi, militarist kızgınlık haliyle yoluna devam etmiş. Sınırı 10 km kadar geçtikten sonra anca kendine gelmiş bizimkisi. ‘’Yedik bir bok bari orucu açalım da öyle yollanalım eve’’ demiş; yemek yiyebileceği bir yer ararken, kırsalda kulağına tatlı tatlı Ege havalarına benzer müzikler kaçmaya başlamış. Müziğin geldiği yere doğru direksiyon kırmasıyla salaklığına ilk davetiyeyi aps ile yollayıvermiş. Çadırların arasında, bazı bazı konuşlanmış fayton ve karavanlardan başka dört tekeri bulnmayan bu Çingene mahallesinde, bizim külüstür Magirus, yakamoz altında Ferrari gibi ışıldamış. Peder beyi sövüşlemek için ahali adamı krallar gibi karşılamış; çengiler, çalgılar, dans eden kızlar, üzümler, müzümler neleer neleer… Sırım gibi, allı morlu fistanların içine don giymemiş Çingene kızlarının dansıyla mest olan peder bey, girmiş bir günaha sallamış orucu, ramazanı. Şişe şişe şarapları da içip zoom kafayla göbekler atmış. Bahşişlerin ardı arkası gelmemiş. İçki gelir bahşiş, yemek gelir bahşiş, kızlar bahşiş, ota bahşiş, boka bahşiş… Bir insan evladının Ankara pavyonlarında 5 gece takılıp da sövüşlenemeyeceği kadar sövüşlenmiş yaban ellerde, Bulgaristan ikametli Çingeneler tarafından. En maymun olduğu sıra, dans eden kızlardan en güzeliyle evlenmeye kalkmış. Bizim Magirus’u on dakika içinde gelin arabasına dönüştürmüş doğuştan iş adamı Çingeneler, fakat bebeksiz bir gelin arabasına zırnık vermemekte inat eden babamı iliğine kadar emmekte kararlı olan abiler, 2 dk sonra kocaman kara bir bebeği magirusun önüne oturtup sarmalanmasıyla üstünde annemin adının yazılı olduğu evlilik alyansını son bahşiş olarak nazikce tokalamışlar. Bizimkisi havalı kornasını öttüre öttüre, kızı alıp evin yolunu tutmuş. Eee kız yolda bir punduna getirip topuğu basmış tabi, ya ne olacaktı? Buraya kadar olan kısmı kahveciler kralı Cemil Abi’den dinledim sonrasını zaten biliyordum. Tamam peki siz de bilin…

Babam, devrisi gün iftar saatinde anca eve geldi ve kimseyle konuşmadı. Sahura kalktığımızda bahçedeki minibüsten kulağımıza feryat figan kedi miyavlamasına benzer birtakım sesler ilişti. Bizzat ben fırdöndüm, fakat kedi medi bulamadım, bulduğum şey arabanın önüne fiyonkla tutturulmuş, açlık ve susuzluktan ölümle cebelleşen, kara kuru bir Çingene piçiydi. Daha sonraları babam, gerek üşendiğinden, gerek geri vermek istemediğinden, gerekse ramazanda oruç oruç yediği nanalere karşın bu bebeye kendisinin bakmak zorunda olduğu, Allah celle celalü tarafından böyle bir cezaya çarptırıldığına kendisini inandırıp, bu piçe Ferdi adını taktı, kafa kağıdı çıkardı. Ben de bu piçe kardeşim demeye zorlandım, yeri geldi dövdüm yeri geldi sevdim,işte böyle… Şimdi bırakalım şu çingeneyi , hikayemi piç etmesin de kendisi gibi, biz yolumuza devam edelim.

İşte efendim biraz sıra dışı aile bağlarım olmasının yanında pek fazla bir özelliğim yok.19 yaşındayım ; sıradan, tıfıl birisiyim. Hayır, hayır aslında o kadar da sıradan değilim, yani en azından bizim coğrafyada ve böyle bir anne -babanın çocuğu, Çingen abisi bir şahsiyet olarak sıradan sayılmam hiç bir enstrüman çalamam, hatta blok müzik derslerinde flüt bile çalmışlığı bulunmayan kulak ve ritim duygusu sıfır bir Egeli olarak ekstrem birisi olduğum bile söylenebilir. Özellikle ebeveynlerim ve beni sevmeyen, çekemeyenler tarafından sürekli ‘’yeter be amma caz yaptın’’ gibisinden azarlar işitirim fakat, güzide bir müzik türü olan cazla olan gönül bağım tamamen profesyonel bir dinleyicilikten ibaret olması, müziğe yeteneğim olmaması ve sadece konuşmayı pekçe seven birisi olduğum için bu laflarla iki ayrı koldan bana laf sokmaktadırlar.1-Hiç bi skim çalamıyorsun, ailenin yüz karasısın, kırnata darbuka, zurna varken aptal Amerikan Cazını dinliyorsun. 2- Gevezenin, kafa s*kenin önde gidenisin kapa çeneni artık.Büyükler böyle işte hep azar hep azar…Aslında bir çoğunuz için sabi sayılırım fakat bence hiçte öyle değil. Her 19 yaşındaki insan gibi ben de gayet ve pek doğal olarak kendimi hiçte sabi olarak görmüyorum. Çocukken şunu yapardım dediğimde şimdi çok büyüdün ya diyen her ergene, kafa atma hissiyle yanıp tutuşan bir yağız bir delikanlıyım. Çok volta attık eften püften mevuzlarda esas mevzuya dönelim ağabeyler, ablalar çocukluğuma. Haydi bismillah.

Evet, ben de bir çoğumuz gibi yıllarca sabahın altısında kalkıp o gavur çizgifilmlerini izleyerek büyüdüm. Hep oradaki hayal dünyasına özendim, ülkem şartlarında kurgusu da hayaldi, kurgu olmayanı da benim için, ayrı bir kültürün ortasında. O gavur çocukları gibi pembe domuzcuktan, şirin bir kumbaram olmadı. Domuzcuğun gerçeğini bile çıplak gözle görmedim daha. Canlısı pek sevilmiyor ülkemde minyatür, porselenden, ortası delikli kumbara versiyonu da o sevgiden nasiplenemiyor haliyle. Ne domuz, ne koyun ne de keçi olsun kumbarasını yapıp içini hiçbir metalimsiyle doldurmuyoruz biz, ama canlılarının içini ritüel eşliğinde çok güzel boşaltıyoruz hala yol kenarlarında, sıcak oluk oluk kanlarıyla, bağırsaktır sakatattır arta kalan ne varsa oraya buraya gömü gömü veriyoruz, çoluk çocuk bostanda maç ederken ramazan sonrası, müsabakalara bok sıçrasın daha bir eğlenceli olsun diye.İyi insanlarız ve manitu bizi çok seviyor... Eee haliyle gavurların kumbarasından yoksun olduğumdan büyükler iyi bir çocuk olduğumda olmayan kumbaramın içine cent olsun tl olsun atamıyor. Oysa bana kalsa ben her daim, istisnasız iyi bir çocuktum ve bu sebeptendir ki nice Pazar pikniklerinde inatla şirinleri görme istediğinden kendimi alıkoyamadım. Her seferinde onları göreceğimden emin bir vaziyette o mavi, sevimli arkadaşlarımı aradım. Kesin ormanın bir köşesinde deliler gibi eğleniyorlardı , uzun eşek, mendil kapmaca falan oynuyorlardı ya da belki de ateşin başına çoktan toplaşıp müzisyen şirinin gırnatasıyla fasıl’ın en koyu yerinde kendilerinden geçmiş, bıyıklarını bura bura Şirine için birbirlerine efeleniyorlardı tatlı tatlı. Aradım, aradım, aradım… ama yine bulamadım; sonra nerde hata yaptığımı kendi kendime sorarken ayıktım mevuzuyu. Onları aramayacaktım bir yere çöküp gelmelerini bekleyecektim, ben iyi bir çocuktum ve ormana gitmem kafiydi, aramak saçmaydı, onlar bana gelecekti. Beklemekten sıkılıp kestirdiğim bir gün homurtularla uyandığımda uyku mahmurluğuyla şirin babanın beni kaba bir şekilde uyandırdığını sandım. Fakat üslup farkı yanılsamamı kırdı. ‘’Ulan eşşeoğlu eşek! Sen adam olmayacak mısın he? Gavurun dölü! ‘’Diyen ve kulağımı çekip, kulak ve boyun arasındaki birleşim yerlerinden kan damlacıkları çıkartabilecek kadar gözü dönmüş birisinin şirin baba olmadığını kanıksadım. Evet arkada jandarma, babam tek forvet golü bulmuşlardı. Golleri-kulak çekme, tokat, göte tekme- yedikten çok sonraları anca fark edebildim babamın kafasındakinin, kırmızı, Coca Cola amblemli, eşantiyon bir bere olduğunu.

Bizim buralarda işler hiçte Beverly Hills’teki gibi işlemiyordu oysa ben gerçek hayatta bir Blanca’ya bile sempati besleyebilirdim, Çanakkale’nin sümüklü kızlarının yerine. Bütün ataklarım sonuçsuz kalıyordu. İşleri güçleri Coca Cola şişesinde çimleri ezip yaptıkları yeşil suları çay diye birbirlerine ikram etmek olan bu kızlar çocukluğumu ziyan ettiler. Büyüyünce etrafında beş kızla gezmek tozmak eğlenmek cool olabilirdi, lakin küçükken durum çok farklıydı. Kızların aralarına karışmaya çalıştığımda, ne zaman iki çimende ben ezeyim, birisiyle Wilma ve Fred olalım gibi niyetlensem -onu geçtim Ninja Kamplumbağalar ve April arasındaki kur&arkadaş arası bir ilişkiye bile rağzıydım- hep aynı fişleme! Hiç irlandalı’ya benzediğimi sanmıyorum fakat makus kader hep aynı… Kızların içinde kızılcık bir bebek olduğum iddiası Çanakkale kızlarının gerizekalı alkış temposuyla sürüp gitmekteydi…



Çocukluğumda özendiğim ve eksikliğini duyduğum şeylerden bir başkası da bisküvi kavanozuydu! Hala o ezikliği içimde hissederim, içinde her daim taze bisküviler barındıran, boyumun uzanamayacağı bir yerde gözüme soka soka üzerinde ‘’Biscuit’’ yazan bir kavanoz… Ödüllendirmeler ve cezaların o kutu üstünden gitmediği bit çocukluğu yaşamak en son isteyeceğim şeylerden biriydi ama dedim ya başka kültürün başka bebeleriydik ve o aşk bize yasaktı. Bu Amerikanvari beklentiler hayli hayalperest kaldı, hısım akrabanın Alamanyalardan getirdiği teneke çikolata kutusuna iğne,iplik,makara ve çamaşır lastiği koyan bambaşka bir kültürün çocuğuydum ben.

Richie Rich, beyaz yatının kamarasında dişlerini parlatarak gülerken, iş hayatıyla ilk tanışmalarımı gerçekleştirdim. İkinci lig maçlarında su satmak pek kar getirmeyince minibüs duraklarına yöneldim, fakat bilemedim suculuğun da mafyanın eline düştüğünü anca o günlerde öğrendim. Suculuktan ayaklı limonatacılığa geçtim, iki kuruş karla zeka parıltısı bir hareketi ircaa ettiğimi sanarak, şirket genişlemesi için, bakkalda borç yazdırılıp alınan Tikveşli Yoğurt ’tan ayran yapıp satmak gibi bir hatayı ise, ne hayat affeti ne de babam. Yenilelen saltanatlık tokatla iş dünyasına gutbay diyip, yırtık, dökük, çamurlu eşofmanlarımla koşuverdim futbol sahalarına. Hippi bir Tusubasa’yı kimse yadırgamadı, hem Tusubasa kimdi ki? Ben, nefes nefes kalıp pancar gibi kızarmadığım, alnımdan dumanlar tütmediği müsabakaya müsabaka demezdim Tusubasa terlemezdi bilene. Sadece özendiğim tek nokta, annesi bir kere olsun yemeğe çağırmıyordu maçın en heycanlı yerinde şanslı piç Tusubasayı . Ben ve Tusubasa top peşinde koşa duralım. Snoopy deki Charlie Brown hala beyzol oynuyordu o sıralar… Neyse biz ata sporumuz futbola, mahallemize geri dönelim. Dağılın lan ben döndüm dedim çocuklarla sevgiyle kucaklaştık ama bu Fairplay havası fazla uzun sürmedi… Çünkü hiçbir kolasına mahalle maçında Fairplay olmazdı, kavgasız gürültüsüz geçen ve sonu gelen hiçbir kolasına maça şahit olmamıştı bu bünye. Bir kere Necati İngilizce bilmiyordu, Fairplay’e ise kulak aşinalığı vardı ve hiçte hoş bakmıyordu olaya. Alpay’ın Hırvat Goran’ı neden niçin düşürmediğine dair binlerce versiyonlu küfürlere sahipti Necati ve Fairplay’e karşıydı… Ah Necati nasıl kırdın o ayağımı? Şimdi gel kasa kasa kola vereyim yapılacak iş miydi sanki U.E.F.A finali değil lan ya bu! Yeşilcik’in yamuk sahasında, çakma Mikasa’yla kolasına maçtı epi topu, kavrayamadın, anlayamadın Necati… Tamam Alpay & Fairplay travmasını atlatamayan Necati, karşı takımın defasındayken kaleye süratle tek başına atak yapmak ve Necatiyi arkaya almak da benim salaklığım kabul, baktın Necati arkada çek şutu, ya da bırak kaç dimi? İlle atıcam o golü diye aynı ayak, aynı yerden, geleneksel Necati tekmesiyle dördüncü defa kırılınca 19 yaşında jübilemi yapmış bulundum. Bir oğlunu –bendeniz- topçu, diğerini popçu yapmakta hastalık derecesinde kararlı olan babam, futbol hayatımın sona ermesinden sonra üstümden meşin yuvarlak ve milyarlar paralelli iki gram ilgi ve sevgisini de tamamen esirgeyip, alayını Çingen kardeşime transfer eden babam onun için hala çok umutlu. Hatta ona sorsanız popçu olacağından %100 emin, artık onun tüm çabaları hem popçu hem topçu olması için. Tipinden, genlerinden dolayı kardeşimin bir nimet olduğu kanısında ve birazcık daha yaşı ilerlediği zaman papatya suyunu saçlarına basıp, part time topçu, part time popçu bir oğul sayesinde, full time ense eden, göbekli bir milyarder olacak. Sizin anlayacağınız birkaç sene sonra sahnelerde Tarık Mengüç , yeşil sahalarda Xavier , coming soon!!!

Peder bey ilgiyi,sevgiyi kesti ama çok kral bir hediye verdi; Magirusu bana bıraktı! Tabi duraktaki sırasını, kahve arkadaşlarını, salak muavini, ve bütün git gelleri ile beraber… Hele şu alçı bir çıksın da Magirus mu kalıyor ortada görücez bakalım, yakmasam adam değilim. Sonra ver elini New York, atlıycam bir balıkçı teknesine ohhhşş. Bizim ilkokuldan bi Sami var kral çocuktur, içince biraz fazla havaya giriyor derler ama yine de sağlam çocuktur, usta kaptandır. 10 saatte gideriz abi dedi. Çok yapmış bu kaçakçılık işini… Bekle lan beni New York! Bekle beni bisküvi kavanozu! Bütün hıncımı almaya geliyorum!

3 Nisan 2009 Cuma

aşk-ı müsabaka

İki rakip takımdık hep şu oyunda
İlk on bir ben, rakip on bir sen.
Ceza sahama girdin daha ilk dakikalarda
Seyri güzel,faturası ağır taktiksel göçüntüler izledim
Markajı na-mümkün sevgilim.
Tutayım dedim tutamadım
Boş kaleme hızla top sürerken göbekten
Hoca vur dedi vuramadım!
Seremedim yere bedenini.
Nice faullerini gördüm kasıtlı da
Sevgiden değil, salt centilmenlik adına
Uzanacak ellerini bile göremedim.
Hiç bir çift vuruşuna baraj olmadım ama
Düdük sesinden sonra gelen
Tek vuruşunda aşık oldum sana.
Hele o taç çizgisinin kenarında
Sabırsız ve bir o kadar acımasız
Edalarında daha da bağlandım.
Hakemi aldatmaya yönelik hareketlerin
Başarıyla sonuçlandı hep.
Seyirciler anama küfrederken
Geçtim kaleye diktin topu 9.15'e.
Avladın beni bacak aramdan.
Sen gol sevinci yaşarken ben,
Bacağımın arasındakini kesipte
Hediye ettim seni bana yakıştırmayan seyircilere.
Hakem, centilmenliğe aykırı buldu beni
Attı oyundan, okşadı seni.
Galip götürdüğün oyundan hükmen galip geldin
Bense, hükümsüz kaldım o vakitten beri.
Ligden çekildim,
Kalmadı eski tutkularım.
Ter döktüğüm o yeşilliklerde koyun besliyorum şimdi.
Olurda yıllar sonra bir müsabaka daha istersen
Önce seyircilerde kalan emanetimi
Sonra da bir dal sigara kap, öyle gel sevgili!

Yıl: 2004 olsa gerek

9 Şubat 2009 Pazartesi

panda'dan yaz fırsatları

Kutlamalara iştirak etmekten kendimi alıkoyamadım. Civarda tanıdık bir gemi bulamadığımdan dolayı aşşağıya inip yola kırmızı kurdela bağlayıp, kurdelayı ilk geçen kırmızı bir Lada Samara'ya koleksiyonumun en güzide bira şişesini fırlattım. Pencereyi kapatıp içeri girdim ve böylece gurur timsali bir Kabotaj bayramını daha geride bırakmış oldum. Hava hala cehennem gibi sıcak. Daha önce hiç olmadığı kadar dibe vurmuş bir haldeyim. An itibariyle son paramı da apartmana her hafta gelen temizlikçi kadına vermiş bulunuyorum. Geçen Çarşamba elektiriği de kestiler.Allahtan teknik lisede sokak direğinden nasıl kaçak elektrik çekebileceğim gibi pratik bilgi sahibi bir talebe olarak ayrılmışım da elektirik sıkıntım fazla sürmedi. Keşke İSKİ ve su vanalarına dair pratik bilgilerim de olsaydı, o zaman su sayacımla da illegal bir birlikteliğimiz olabilirdi. Mühürlü vananın haricinde evde içicek su da kalmadığını şimdi farkettim, bir müddet arandım diğer odalara baktım belki geçen günki yağmurdan biraz bi odada birikmiştir, kamışla çekerim diye umdum fakat sonuç nafile. Sanırım yakında telefonumu da kesicekler, o zaman gerçekten dibe vurdum demektir.Geceleri Masal saati dinlemeden bu yalnızlığa ne kadar dayabilirim kestiremiyorum.
Acayip susadım ve başka alternatifim olmadığından sonunda kendimi buzluktaki 9 adet buzu erimelerine mahal vermeden ağzıma sırayla atarak susuzluğumu bir nebze azaltmayı başarabildim. Bir yandan buzları katır kutur ısırıp mideye indirirken televizyonda şu saçma salak ana haber bültenlerinden birini izliyorum.Sarımsağın faydalarıyla ilgili haberin ardından hepimizi çok derinden ilgilendiren hayvanlar aleminden mühim bilgileri izlemeye başladım. İşte o an deli gibi Japonya’da nesli tükenmekte olan koca götlü, bunak bir panda olmayı o kadar çok istedim ki…Ah keşke koca götlü bir panda olsaydım şimdi böylece dibe vurduğumdan ve susuzluktan buz parçalarıyla temel ihtiyaç gidermeye çalışıyor değil, tamamen lüks ve konfordan içi meyve dolu, daha iri boyutlardaki buz kütlelerini kemiriyor olacaktım. Bir pandaya deli gibi öyküneceğim hiç aklıma gelmemişti daha önce.
Üstüme hemen beşiktaş formamı geçirdim.Aynada kendime baktım çubuklu forma seçmenin büyük bir hata olduğunu, bir pandadan çok zebraya benzediğimi anladım ve bir çırpıda çubuksuz başka bir forma geçirdim üstüme. Yastığa uzadım, ikiye katlıyıp eşofmanımın içine, kıçımın arkasına sokuşturdum alelacele.. Koca götümü sallaya sallaya,sağa sola vurarak pandaca iniltilerle tekrardan buzdolabına yanaştım. Buğulu ve titrek gözlerle çok hüzünlü, nesli tükenmekte olan yaşlı bir pandamsı bakışlar fırlattımsa da kendisi hiç oralı olmadı. Sinirlerime hakim olamayıp tırnaklarımla haşim pençeler indirdim ilkin, sonra pandaca ‘’ulan neslim tükeniyor, ben de ölünce panda panda diye çok aranırsınız oğlum’’ gibi nice tehditler savumsam da benim buzdolabı, ömründe bi defa olsun bir mucize yaratıp meyve dolu koca buz kütlelerini sihirli bir şekilde buzluğundan bana armağan olarak sunmayı reddetti. ‘’Helel olsun lan sana buzluk!’’ Açlık ve susuzlukla karşı karşıya fakat karakterli, çizgisinden ödün vermeyen bir buzdolabı sahibi koca götlü bir panda olarak arkamı döndüm salonun yolunu tuttum. Tam çaresiz iniltilerle kıçımı minderlerin üzerine devirecekken telefon çalmaya başladı. Aylardan sonra ilk defa telefonum çalıyordu… Masal saatinden arıyorlar sanırım diye geçirdim içimden.Gittim iki elimle zar zor ahizeyi pençelerimin arasına aldım çok zaman kaybettiğim için karşıdan kesik kesik bir bayan ‘’alo’’su geldi peşi sıra…

-Alo… Alo.. alo ?
-Hmmmm
-İyin günler efendim.Kimle görüşüyorum acaba?
-Grööağğğhhhh hhggöööaagghh

Telefonun ucundanki kadın keskin bir suskunluk haline büründü, sanırım pandaca bilmiyordu. Yok yok esasında bu kadın pandalar hakkında bir bok bilmiyordu; şayet bilseydi pandaların ismi olmadığını bilir gereksiz şekilde adımı sormaz, bana merhaba pandacım derdi.Aylardan sonra ilk kez birini telefonda yakaladım ve kaybetmeyi gözüm pek yemediği için hemen suyuna gittim

-Burhan ben, burhan..
-Burhan bey hasta mısınınız ? Şayet öylese rahatsız ettim özür dilerim
-Yok yok.. Haste değilim sadece buzdolabım bir hain çıktı.
-Nasıl? Hmmm. Şey. Adınız Burhan, peki soyadınız nedir?
-Tanımadğım kişilere vermiyorum!
-Ziyanı yok. Kaydınızı almadığım için henüz lazım değil zaten. Ben şimdilik kısaca size Burhan Bey diyeyim…
-İyi de bu kısa olmadı ki?
-Pardon?
-Sade Burhan daha kısa bence.
-Hmmm aslında..-
-Bir dakka bir dakka bu neyin kaydıymış hem? Siz kimsiniz?

1-2 dakika dinledikten sonra mevzuyu çaktım. Esasında pek bir gerçekliği olmayıp bin bür türlü yalan dolan sağlık sigortası, ambulans hizmeti vs. yi albenili bir dille anlatıp genelde ev kadınlarının en saflarını kündeye getiren bir callcenter pazarlamacısı daha düzgün bir ifadeyle dolandırıcısı. Kredi kartı numaranızı bir şekilde öğrendikten sonra kayıt altına alınan telefon konuşmanız sayesinde sonradan hayıflanmanız, istemiyom kardeşim kocam beni kesicek bu kredi kartından çektiğiniz para yüzünden vs. gibi serzenişler için çok geç olabilir… Israrla kredi kartı numaramı kaptıkaçtıya getirmek isteyen sevgili pazarlamacıya güzel bir fıkrayla lafını ağzına tıktıktan sonra tekrar mezu bahis konuya geri dönüş yaptım.

-Bakın sevgili bayan, ben kredi kartı kullanmıyorum. Hem telefon numarası bulmaktaki kabiliyetiniz neden kart numarası bulmakta işe yaramıyor bana sormadan da pek hala bulabilirdiniz o zaman
-Numaranızı biz bulmuyoruzki, sallıyoruz
-Bu sallayış pek şansız bir tane oldu dediğim gibi kart kulanmıyorum, yani kırdığımdan beri
-Hmm farketmez kart numarasını hatırlıosanız o da kafi.
-Hanımefendi hangi tür piskopatlar kredi kartı numarasını ezberler bilemiyorum ama ben o tür bi psikopat değilim sanırım
-Ah pardon evet kiki içimdeki azgın pazarlamacı birden hortladı biraz kusuruma bakmayın. Sizin değil bi yakınınızın kartınıda kullanabiliriz … hahahha tamam ya şaka şaka 
-Hasbinallah.. Yakınım yok. Hatta şu an hattın ucunda bulunan siz en yakınımsınız artık hesap edin.
-Ayyy kıyamam mesai başında olsamda benimde bi kalbim var hihihi
-Ayrıca nakit olarak bir ödeme şansım olsa bile size verebileceğim tek şey 68 adet bira şişesinin getirisi olan depozito parası olabilir ancak. O parayla da bana bir ıhlamur yaparsınız içerim ömür boyu hasta falan da olmam sigortaya da gerek kalmaz valalhi..
- Hahahahaa… Çok şekersiniz... Yani sanırım öyle birisiniz hemde sigortalamaya içimin el vermediği ölçüde şeker galiba. Neyse unutun sigortayı falan..Hem o depozito paralarıyla neden yeni biralar almıyoruz ben size yine yaparım ıhlamur merak etmeyin kuzum hehehe.
-Nası..Şey..Ihk gıkh…tabi.. ehem….

Ertesi gün oldu… Julide diğer bir adıyla azimli sigortacım kapının zilini çalıyordu. Bir elinde 6 lık bira kasası ve diğer elinde siyah bir bakkal poşetinde ağaçtan toplanmış ıhlamur ve yüklü bir nevaleyle çıka geldi. Getirdiklerini yedik,içtik bira boşlarını benimkilerle tanıştırdık hemen kaynaştılar.. Bu gidip gelmeler, ve şişelerin kaynaşması bir çok sefer tekrarlandı. Gittikçe çoğalan huzurlu bir aile olduk şişeler,ben ve Julide. Bu arada KPSS’yle hayvanat bahçesine personal olarak işe başlayalı 2.ci ayımı geride bıraktım, kendimi biraz toplardım. Benim çalıştığım yerde ne nesli tükenmekte olan bir hayvan ne de o allahın belası buz kalıplarından yoktu. Julide bana bir panda doğuracağına dair söz verdi.Şimdilerde şişkin karnıyla sözünü tutacağa benziyor fakat memelerinden buz kalıbının içinde meyve çıkarabileceğine dair şüpheleri varmış. Pandamız doğduktan sonra en azından emzirmeden önce memelerini benim karakter sahibi buzdolabına koymayı teklif etimse de pek yanaşmadı. Israrımın çığ gibi büyüyen delice bir tutkuya dönüşüp vazgeçmediğimi görünce şu günlerde psikolojik yardım alarak bunun da üstesinden gelebileceğime inanıyor…

3 Şubat 2009 Salı

was ist das? das ist ein ''kıç göbek''


Bira göbeğinden muzdarip birisi olarak başkalarının göbekleriyle türlü türlü başka sorunlar içerisinde olduğu gerçeğinin pek farkında değilmişim; ben bugün bunu anladım. Hakan yukarıdaki kızın resmini yolladı msn'den, maksadını ve yersiz bulduğum gülüşlerinin sebebini anlayamadım ilk etapta... ta ki göbeğine bak göbeğine diyene kadar :) hatta elimle tişörtün üstünü kapatıp bir daha baktım, daha çok güldüm, eğlendim... o göbek değil, arkası dönük bir erkek götü :) ( arkası dönük götle neyi kastettim tam olarak benimde kafam karıştı, götün arkası önü olmaz glb)

31 Ocak 2009 Cumartesi

ismet bu ne kısmet hıığğ?

Ya bu internetin gözünü seveyim.Hele gugılın neresini seveyim ben de şaşırdım... Ama abartmamak lazım abartanlarla ilgili çok güzel bir anektodu sunacağım ilerleryen zamanlarda.

Hadi Çamana falan bakarkene ne göreyim... Lise 1 de cd'cide görüp arkadaşım Metin'le taşak geçmemize sebep olan türk porno filmi...Belki de erotiktir, malesef izlemedim bilmiyorum.
Şimdi Metin'le niye taşak geçiyoruz biz mal mıyız? Yok değiliz, çünkü Metin'in iki adı var ve iki adından biri Metin, diğeri Metin değil ama... Öyle olsaydı taşak geçemezmiydik? Daha babasını geçerdik keşke olsaydı.ne lan bu iki Metin birini kaybedersin diye mi kortu sizinkiler salak ekikiki gibisinden tut envai çeşitte iğrenç, sinir goygoydatıcı espriler türetebilirdik.. Herneyse işte ilk adı İsmet çünkü be!

21 Ocak 2009 Çarşamba

finaller finaller

malum final haftası pek sevişemiyorum blogumla, şimdi geldim gıdısından okşuyorum, kısık sesle kulağına tatlı sözler fısıldıyorum ama yine gitmek zorundayım malesef.ha birde ayrıca, insanın kafasına ilham baloncuklarının ve deli gibi ''bi şeyler'' üretme, üstünde mesai harcama isteğinin final zamanında gelmesi ne kadar da yazık bir durum. ne yardan ne serden geçme durumları hiç bir haltı tam olarak yapamamanıza sebebiyet verebiliyor. gidin lan ilhamcıklar... ilhamcık aaa evet bu kelime çok süper karşıladı. zamanında gelmeyen vakitsiz ilhama ben ilhAMCIK derim! gidin ulan da bir ders çalışayım!

16 Ocak 2009 Cuma

hayallerimin mesleği




Çocuğum … Okul yıllarının uzaktan bakınca en sevimli , içinde bulunduğunda en beteri, rezili ilkokuldayım. Daha beteri olamaz zaten lan nasıl olsun, görmemişsinki. Yıllar geçmemiş çok fazla, gayet gıcır yıllar ellerimizde bulunanlar...Hepsinin kendine has rezilliği olduğunu sonraki yıllarda öğrenicem, daha vakit var yaniii..
Biz mini mini ikiler miyiz, üçlermiyiz tam hatırlamıyorum en salak saçma yıllarım, abidik gubidik meraklarım var falan, otu boku kurcalıyorum, oda hapsi alınca sırf odadan çıkmak için bilerek çişimi altıma ediyorum falan o derece sapıttığım seneler. Mahallede birkaç arakdaşla deli gibi inşaat sektörüne dalmışız bodoslama. Çimento falan çalıyoruz çevre inşaatlardan böyle gereksiz şekiller yapıp kuruyunca mutlu oluyoruz. Tahta, çekiç, çivi,testere elimizde mi allaaah tutmayın bizi bütün gün tak tak tak tuk tuk tuk. Ergenlikte sivilceler ve pipi neyse çocukluğumun o dönemlerindede çekiç,çivi, orayı burayı kesmek,çakmak,birleştirmek benim için o; bütün işim-gücüm, derdim-günüm onlar dünya ipimde değil.Varsa yoksa çekicim ilen pek sevimli yoldaşı çivicim.En önemli kahramanlarım onlar diğerleri yan karakter, misafir oyuncu tadında hayatımıza girip çıkıyolar. İşte böyle deli bir sevdanın ortasındayım kopmak istemiyorum, sınıfta oturmuşum sıramda öğrencilik görevlerimi yerine getiriyorum,dersle alakadarım, ataçlarım sayesinde kırışmamış bir deftere sahip olursam toplum tarafından takdir edileceğimi sanmaktayım… derken öğretmen geldi sırayla herkese soruyo o lanet soruyu :
-Büyüyünce ne olucaksın?’’Lan kahin miyim ben daha büyümedimki çatlak karı, nerden bileyim’’ diye çemkirmedim sevgili öğretmenimize, her ilkokul öğretmeni gibi biraz saf, ablak bişi olduğundan ‘’ne olmak isterim lan büyüyünce, bu karı bunu kastediyo aslında’’diye düşünüp ne demek istediğini hemen anladım, ilkokul öğretmeni olmasından ötürü üstüne varmadım pek.İlk kez bu lanet soruyla karşılaşmıştım biraz düşünmem gerekti., düşündüm de… Ne olmak isterim ne olmak isterim hmm hmmm .. ahanda buldum!!!. İnsan sevdiği işi yapmak ister tabiki, hoşlandığı şeylerle meşgul olmak ister ben hemen kendime en uygun mesleği buldum! Çekicim, çivim, ve akrabalağrından ayrı bi hayat düşünemiyorum tabiki! Zaten diğerlerinin kontenjanı dolmuş etraf öğretmen, doktor, avukattan vs. geçilmiyor hiç oralara bulaşmaya niyetim yok benim. Buldum buldum hayallerimi süsleyen mesleğimi de… Adını bilmiyorum be, off! Öğretmen soruyo ben mırın kırın ediyorum hala bir türlü aklıma gelmedi.Ulan neydi adı be off.. İsmi bulamayacağımın ayırdına varıp başka türlü anlatmaya koyuldum. En yakın arakdaşımın Metin’in babası müteahhit ordan girdim konuya.. Öğretmenim işte Metin’in babası varya , hani işte onların inşaat var, işte bende öyle yaa.. öyle işte inşaatla ilgili., şey işte ordaaa.. şey çalışıyolarya bende öyle çalışmak istiyorum ‘’ diyebildim. Ben hayallerimi süsleyen mesleğin adını bilmediğimden,vakti çok israf etim, düşünürken sevgili öğretmenimiz bana baya bir vakit harcamıştı o sebeplee ‘’heee sen de müteahhit olcaaan, sen okuycaksın ama mühendis ol sen mühendiiiis’’ diyip cart diye çekti gitti. Yok öyle değil filan demeye çalışan ben gerilerde kaldım.’’Öğretmenim ben amele olmak istiyorum büyüyünce, ameleeee’’ diye kocaman gözlerimle haykıramadım hayalimin mesleğini.. Sevgili öğretmenimizde haklı tabi zaman az, öğrenci çok hepsine tekeeer tekeeer ‘’sen büyünce ne olucaksın bakiiğğğmm evladığğm?’’ diye sorması gerekiyor. Ne doktorlar, ne mühendisler,avukatlar onu bekliyor bir amele adayının kırılan kalbi varsın umrunda olmasın. Öğretmenim canım benim, canım benim…

-Çakayım mı… bir çivi ? Hee ? Bi harç hazırladım.. ağzınıza layık ? Yok mu? Valla ? !!!

hepi börthdey


Çok sevdiğim birinin doğum günü bugün...birazcık uzakta olduğu için hediye veremedim ama sıcacık bir kutlama e maili yolladım yukarıdaki resimle. Umarım sevmiş, mutluluktan tüyleri tiken tiken olmuştur.

13 Ocak 2009 Salı

erölüm pendik'im ve yaklaşan belediye seçimleri



Malesefler olsun ki hiçbir siyasal atraksiyona meğilli bir bünyeye sahip olmayan bir insan dahi olsak , hemen her yerde bilmemne partisinin fırça bıyıklı, çiğ köfteci kılıklı başkan adaylarının afişlerinin, ıvır zıvırlarının yarattığı çevre kirliliğinden anlayabiliyoruz yaklaşan belediye seçimlerini… Pendikli olan, geçmişte olmuş veyahut olmak zorunda bırakılmış arkadaşların daha iyi bileceği üzere bu sene eröl kaya aday değil! Bu gelişmeye sevinsem de yerine geçecek potansiyel başkanları görünce sevincimi havada yakalayıp yere çalıverdim. ‘’Pendikli değiliz kardeşim olmakta istemiyoruz!’’ diyen kararlı bir okurun, anadolunun ufacık bir köyünde semaverde demlenmiş çayını içerken kıçını kaşıyarak ‘’ ne diyi la bu’’ gibisinden serzenişlerine hemen kulak kabartıp bilgilendirmeye giriyorum. Kimdir bu eröl kaya? :

Halen mevcut Pendik Belediye Başkanı ve Tayyip'in gözü kara fanıdır. Bayadır belediye başkanıdır. Bu süreci şöyle hatırlarım : Ben ilkokul sıralarında minicik bir talebe iken okula yürüyerek gittiğim yolda bunun 2 katlı bahçeli genişçe bir evi vardı. Kadın kısmısı ‘’Eröl kaya belediye başkanı olmuş, evi şurası gıığz,hebele,hübele ‘’falan filan diye konuşurken benimde kafada yer etmiş tabi eröl kaya denen şahsiyet ve o ev. Belediye başkanı olmasından çok geçmeden o ev yıkılmaya başlandı, sonra yerine daha modern çok katlı sadece kendisinin ve ailesinin oturduğu apartman dikildi. Kendi evini 6 ay gibi bir süre zarfında güzelleştirmeyi, modernleştirmeyi beceren bu şahsiyet küçüklüğümde çok sevdiğim huzurlu pendiğimi onca seneler geçmesine karşın güzelleştiremedi. Kendi belediye başkanlığı döneminde sahil yolu dolduruldu,göç ve kaçak yapılanma gittikçe arttı.Bok gibi, gittikçe çoğaldık, çoğadldık, çoğaldık... Ortaokul sıralarındaydım daha; hatırlarım sahil yolu yapıldı ve etrafı toprak, çamurdu şimdi üniversite öğrencisiyim yıllar geçti ... Çocukluğumun çamurlu sahili 2 sene öncesine kadar hala çamurluydu. çocukluğumda krlide olsa bir deniz vardı ayaklarımın dibinde, dolup taşan neşeli çay bahçeleri, yeşil dinazorlu kaydırağı, filden salıncağı olan çocuk parkları, lunparkı vardı. şimdiyse hiçbiri yok.Sonracığıma sahilde cami gerekli miydi sualine en güzel cevabı 2.sini dikerek verdi pendik belediyesi. Çay bahçelerinin, sandalların, salıncaklarımın, kuzenlerim ve arkadaşlarımla balık tuttuğum sahilin yerinde sahil yolu var senelerden beri, taşlıbayır gençliğinin hız yapıp ismail yk dinlediği başka bir kültür çocukluk anılarımı becersin diye. Neyse ki sahil yolu çimlendi artık çamurlu değil 2 seneden beri falan ,ağaç mağaç serpildi güzide pendiklilerimiz haftasonunda, az çimlesin köy hasreti gidersin, mangal yapsın, ortalığı çöpe boğup siktiripgitsin diye…Tamda buna ihtiyacımız vardı , ihtiyacımızı giderdin teşekküler eröl.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Çocuk Demokrasiyi Çok Güzel Anlar

Çocuk akşam eve gelmiş, babasına '' Baba hayat bilgisi dersinde yönetimleri işliyoruz, bana demokrasiyi anla demiş''
Babası '' Anlatmasına anlatırım yavrucuğum ama senin önce bazı tanımları iyice bilmen gerekiyor'' demiş:
-Bak şimdi benim fabrikam var ve eve para getiriyorum, ben kapitalistim; paranın nasıl harcanacağına annen karar verir, o hükümet hepimiz senin için çalışıyoruz, sen halksın. Beşikteki kardeşin gelecek, hizmetçimiz ise işçi sınıfı... sen bunları iyice öğren ben sana sabah demokrasiyi anlatırım.
Gece çocuk uyanmış bir bakmış ki küçük kardeşi altını pisletmiş ve durmadan ağlıyor.
Hemen anne ve babasının odasına gitmiş. Anne horul horul uyuyor; uyandırmaya çalışmış ama başaramamış. Babası yatakta değil, geçerken hizmetçinin odasına bir bakmış ki hizmetçi kadınla babası sevişiyor. Çaresiz dönüp yatmış yavrucak.
Ertesi sabah babası '' Gel oğlum sana demokrasiyi anlatayım'' demiş.
-Gerek yok baba, ben artık biliyorum.
Babası ''' Anlat o zaman '' yanıtını vermiş.
Çocuk anlatmış;
'' Kapitalistler işçi sınıfını becerirken hükümet uyuyor, halk endişeli, gelecek ise bok içinde! ''.

C.B.Ü ÖĞRENCİ DERNEĞİ BÜLTEN DERGİSİ 0CAK 2000

Still Life

Nette sürterken rastladım. Zekice hazırlanmış, etkileyici bir kısa film bence.İyi seyirler...
Still Life

9 Ocak 2009 Cuma

ademoğlu çok complicated

Biliyorsunuz ki facebook internetin son zamanlardaki en büyük hinliklerinden bir tanesi, bir çoğumuzu pençesine almış hergün bakmassak olmuyo, rahat edemiyoruz. Gerkesiz gereksiz de arkadaşlarımız mevcut.Taa böyle eski zamanlardan bayadır görüşmediğim, gereksiz arkadaşlarım top 20 de ikamet etmekte olan, en son yıllar yıllar evvel gördüğüm bir arkadaşımdan söz ediciğim. Kendisi gereksizlik boyutunu daha da zorlamış msnimi bile almıştır. Ben ona bakarım, o bana… Bir zıkkım konuştuğumuz da yok öylece sterilize bir şekilde duruyor işte. Geçenlerde feyste bi baktım ilişki statüsü :complicated. Tamam gerçek hayatta tiribini atarsın, aramazsın sormassın, böle bi soğukluklar girer araya falan filan sonra barışırsın, koklaşırsın yeniden ya da tam tersi… De aradaki huzursuzluğu neden feysbuka yansıtırsın. Misal sevgilinle tartıştın, aran soğuk anam bir bakıyosun feyste complicated olmuş. Kafa göz dalarım, bu ne lan?! Kavgalıyız clik! Barıştık click! Ayrıldık clik! Zehra’nın tayini çıktı Edirne’ye bu ilişki artık complicated click!Ayhan askere gitti 15 ay, bu ilişki allaha emanet click! İlişkimizi yürütemiyoruz fakat saygımızı ve ten uyumumuz yitirmedik ohh allahım.. serbest bir ilişkimiz var click!Kocam beni aldattı fekat aile baskısı ve çocuklarım yüzünden ayrılmıyorum, gelsin ordan complicated! Neyse konuyu dağıtmayayım, meraktan yazdım emesende bizim elemana,geldim mevzuya…
Hacı kız arkadaşınla kavga mı ettin?Yılbaşında dansözle çok samimi olmana mı triplendi? Zencisin diye ailesi istemiyor evlenemeyecek misiniz? Hele anlat niye complicated oluverdiniz, mevzu nedir? Dedi ki; yok hacı, kızla hiçbir sorun yok aramızda, olamazda. Çünkü muhabbetimiz yok! Ben fena aşık oldum ama kızın daha varlığımdan haberi bile yok! Açılamadım henüz.
Bu cevabı aldıktan sonra maalesef bir cem yılmaz repliği kustum bünyemden kendime.. Amannnn bırak manyak buuuu, bırakkkk bırakkkkkkk !!! Baba naptın sen yaa? Buradan feysbuk yetkililerine sesleniyorum, lütfen ilişki seçeneklerine platonik seçeneğini de yerleştirin, ben yandım başkaları yanmasın! Lütfen!

7 Ocak 2009 Çarşamba

market sancak-tım? yok yaaa!


Hepimizin mahhalesinde çeşitli esnaflar vardır. Bakkalarsa en gözdesi, aile bireylerince en fazla içli dışlı olunanıdır; ziyaretlerin diğerlerine nispeten fazlaca olduğundan veyahut ne bileyim ben… Bakkal işte, seviyoruz, samimiyiz, sebep aramıyoruz! Sizde de var bizde de…Yok efendim biz hala toplayıcılık yaparak geçinen, totemleriyle sevişen bir kabilede yaşıyoruz ya da ne bileyim ailecek kız kulesinde oturuyoruz unicef ile muhattabız ne verirse onunla geçinmece durumlarımız var diyen bir okur çıkarsa boynum kıldan incedir. Şikayet etme, bırbır yapma hakkı kendisinde mevcuttur biline. İşte çeşitli türleri gözlemlenebilen bakkallardan doğaldır ki bizim mahallede de bir adet mevcut. Fakat kendileriyle görüş ayrılığı içerisindeyiz. Bu görüş ayrılığı bir keresinde şöyle zuhur etti. Bakkaldayım, büyük ihtimalle sigara almaktayım cep telefonum çaldı ve arkadaşımla konuşuyorum;

Ben: Hee tamam o zaman eve gidince bakarım ben. Sen evde misin?
Arkadaşım: Evet. Tamam ne zaman gidersin, nerdesin, nabıyosun?
Ben: Gidicem birazdan yaa bakkaldayım şi….
Bakkal Osman : Hööööytt ne bakkalı lan! Market, market! Bakkal diyo ya market diycen oluuğm..
Yine ben: nihoohhahahahaa lan tamam görüşürüz çat..kiikiikikikki

Bakkala bakkal demem Osman Abi’nin acayip zoruna gitti :D Cart diye girdi araya dokunmuş canım benim market diyo ya hahaha. Ya bırak allasen ne marketi! Tabelada da market yazıyo ama değil kardeşim! Orda her ne kadar ‘Sancak Market’ yazıp, bakkal sahibi bir insan olarak minimal market triplerine girsen de ben, sen ve bütün mahalleli biliyoruz ki sen bir bakkalsın! Burası bir bakkal kardeşim! İsmimin yazılı olduğu çeşitli rakamlar ve çiziklerden oluşan, bakkal defteri denilen - ‘’dikkatini çekerim bakkal defteri’’ kimse market defteri diye bir şey duymuş mu bu güne kadar?- defterden var mı? Var! Benim adımı nerde oturduğumu hatta tüm aile bireylerimi tanıyo musun?! Evet! Tezgahın arkasına geçiyor muyum? Hatta sigara standınadan kendi sigaramı alıyor muyum?Hatta sigara paketimden bi dal alıp yakıyorsunda bazen di mi? Senle karı kız muhabbeti yapıyor muyuz? Bu güne kadar hiç bana ‘’Sancak kartınız’’ var mıydı gibi bi soru falanda sormuş değilsin di mi ? İstesem borç para da verirsin , hatta vermiştin di mi? Kolayla ekmek arası kaşar,salam ya da kavurma aldığımda nereye gitti lan sizinkiler türünden sorular da soruyosun? Hatta hatta sadece bir kibrit alıcak olmama rağmen lafa tuttuğun için eve 20 dakika sonra gittiğimde oluyor? Hepsine evet ulan. Eeee sen hala hangi yüzsüzlükle kendine market diyosun aslanım! Bal gibi bakkalsın işte ya bakkal! Bakkalsın seeeeeennnn hep öle kalırsın inşallaahhhhh. Bi ekmek,gazete, sigara almak için barkod okuyucunla uğraşmaya hiç niyetim yok adamım. Hadi akşam ekmeği çıkınca görüşürüz öperim Osmanım.

mırınlar ve kırınlar

Off çok pis darallardayım. Derste sunum yapıcam ama hiç çalışasım yok. Bütün gün boyunca Pazar kahvaltısını yapmış bir insanın miskinliği hakim bünyede…Kitaba zoraki göz atmalardan öteye gidebilmiş değilim. Nasıl uğraşayım şimdi yok psişik mekanizmalardı, yok ontogenetik değilmişte filigonetikmiş, yok kadın epistemolojisine katkıda bulunan önemli bir ögede şuymuşta buymuş…!Ben diyorum ki nargile bir de nar şarabı! Anlıyomusun?! Josephine Donovan! Sana diyorum kızım sana! Hiç olmadı giyin çay bahçesine gidelim gözünü seveyim yaa =(

5 Ocak 2009 Pazartesi

Fevkalade garip, ultra türk halk müziği yer yer arabesk bir mesai gecesi!!

Şimdi bilen bilir, bilmeyenin derdi bizi germesin okusun öğrensin onlarda; okul haricinde anne tarafında her bir kuzenin fotoğrafçı olma gibi bir zorunluluğu var sanırım, ben haftasonu-part time tadında, kameramancılık yaparak bu zorunluluktan nasipleniyorum; gayet esnaf boyutunda fotoğrafçı çalışanı olarak düğün, dernek,dış-iç çekim ne tutturursak…

Düzenli olarak çalıştığım salonlardan biri, salonun adının sonunda 3 rakamı var. Burdan anlıyoruzki bu salondan en az 2 tane daha var. Bu beni şaşırttı mı? Hayır tabiki… ama konu ilerledikçe şaşırtabilir. Efendim işte bide bu salonların patronu var falan doğal olarak ben hiç görmedim hep bizim adanalı Kazım kişisiyle muhatabbız, kendisi salonda müdürcülük oynamakta. Müdürüclük oynayan Kazım abi soğuk bir çarşamba günü beni cepten aradı lan tarhana iş var diye. Lan demedi aslında; diyemez, çünkü işi düşmüş güzel güzel dedi valla, halimi hatırmı sordu,suyuma gitti, zemini oluşturdu tam masaj kıvamında gevşedim Kazım’ın tatlı sözleriylen sonra indirdi voleyi. Kadıköyde çekim var! Hassiktir ya ne çekimi hemde Kadıköyde! Bu yağmurda! Hemde patron beni alıcak Kartal’dan arabada gidicez ta Kadıköye beraber kuru başımıza, bi patron bide ben! Bütün yol! Hassiktir! Lan göbekli, bıyıklı, düğün salonu zincirleri olan fantezi-arabesk, ayağında kundura bi adamla bu ayazda olacak iş mi be, bütün yol nasıl çekicem! Bütün bu iniltiler, sövmeler halinde gittim Kartal’a bekliyorum. Durdu bi araba vikvik korna basıyo yağmur var, attım hemen kendimi. Anam bi baktım bayan korktum, utandım. Yanlış numara dedim afalladım, saçmaladım. -Tarhana senmisin? - Evet -Siz şu bıyıklı,göbekli,altın zincirli patron musunuz ? diyemedim tabi. Güzel bir hayal kırıklığı yaşadım, böle adult, sarışın, insana benziyen, çekimden sonra kahvesi içilesi bir bayandı. Fakat o hayalkrıklığı çok müthiş boyutlara ulaşamadı, teypten halk müziği-türkü mürkü çığırttırmaya başladığında. Neyse buna da şükür ne umduk ne bulduk diye aptal bi sıtırmayla tuttuk yolu gidiyoruz Kadıköye. Sonra bi ağıt başladı teypte, kadın bana baktı ciddi bir ifadeyle daha sonra son sese kadar açtı müziği sonra sırıtmaya başladı. Çok garip şeyler düşündüm o an… Ne maksatla yaptı bunu? Bu kadın manyak mı? Sarhoş mu ? Tamam ablacım bi blues olsun ya da ne bileyim cıstak cıstak bişiler açıp, bu hareketi yapsan, skerin Kadıköy’ünü yürü Nevizade’ye bi kafaları çekelim falan desen türk filmlerindeki kötü kadınlar gibi gülsen falan ne bileyim şaşırmazdımda… Ağıt- halk müziği falan bide bi annenin dilinden ölen oğluna yazılmış, içeriği öyle bi ağıtta bu hareket neden yapılır allah allah.. Şarkı bitti nasıl dedi? Dedim çok güzel valla ne diyim iyi cart curt gibi hiç samimi olmayan cevaplar verirken, eyvah bi girerse ne dinliyosun falan al başına belayı..Allahtan girmedi oralara. Sonra işte nabıyosun ne diyosun falan fıstık yol boyunca konuştuk cart curt.. Anladımki salonlar haricinde bu ablamın bir de plak şirketi varmış, İst Ünv. Konservatuarda okumuş 2 sene, bırakmış. Zengin olmayı tercih etmiş. Skerin sanatını, şarkısını,türküsünü demiş. Koymuş düğün salonlarını boy boy. Bu türkü, şarkı hevesini plak şirketi kurarak eşşeğin amına sucu açmış. Ulan hayat sen misin bana para yüzünden okul bıraktıran, al ulan plak şirketi dann, dun diye koymuş böğrüne böğrüne. Üstüne bir de kendisi kasetler masetler çıkarmış iyimi! O dinlettirdiği ağıtta son kaydıymış, söyleyen kendisiymiş, o sapkın, bi acayip hal ve tavrının sebebide anlaşılmış oldu böylece vaş dedim aboooğğğvvv! İyki ters bi laf etmemişim diye içimden bunları geçirdim. Şakacıııı seniiiii diyip bir makas alıcaktım fakat milli eğitim bakanlığı onaylı iş ahlakı sertifikama gölge düşmesin diye bu makası çekimden sonraya saklamanın daha yerinde bir karar olacağını hemen kavrayıverdim. Sadece aaaay inanmoroooom diye bi tepkiyle şaşkınlığımı belirteyim diye düşnüdüm fakat bu türkücü tayfasının mayasına ters düşerim beni gayguy falan sanar, delikanlı tepkiler vermek lazım…Yaa gerçekten mi, çok güzel bir sesiniz varmış, allah nazarlardan saklasın dedim en bas- bariton sesimle. Sanırım yüreğini okşadım, bam tellerini penasız, ansızın 25 kuruşla tıngırdattım gibi hoşuna gitti anladığım kadarıyla. Orası öyle valla pamuk gibi sesi vardı ama şarkı, sözleri falan rezaletti ya… Öldün oğul gittin oğul beni burda koydun oğul falan fıstık, diye arkaya daya nefeslileri, sazları al sana hoba yani..

Sizin gibi gençler beğenince çok hoşuma gidiyo dedi! Ne tür gençler beğenirse s*klemiyosnuz peki acaba deseydim mi ki? Yömiyemi almamıştıım daha, pek akıllıca olmaz diye sustum! ‘’Sen 3 numaralı salondasın di mi?’’ dedi. – Evet, sizin bu salonların kaç tane numarası var?. İstanbulun birbirinden alakasız çeşitli yerlerinde salonları saymaya başladı 7 miydi 8 mi karıştırdım, şükür durdu. Şaka maka yarısı boktan, köy salonu kıvamındadır tahminimce biliyorumki salonun köy kıvamında olması oraya rağbetin olmadığı ve de milyarları tokalayamadığınız anlamına gelmiyor! 2. paragrafta içime attığım şaşkınlığı şu an vesilesiyle hortlatmış bulundum. Allah kabul etsin artık.

Sevdim seni arkadaşım ben, bir gün gezelim gibi cümlelerin ardından sonra tv’ye çıkınca birbirimizi ararız diye telefonunu verdi, telefonumu aldı. Ha tamam gezip tozmak için telefon muhabbeti mantıklı, hatta umrumda olmamasına rağmen tv ye çıktığında haberim olması için telefon vermekte bi nebze mantıklı ama benim tv’ye çıkmam nerden çıktı o hala gizl bir sır olarak kaldı.

Vardık Kadıköy Halk Eğitim Merkezine, bunun sanatçılarından biri şarkı türkü söyledi, gereksiz konuşmalar yaptı bende yaptım çekimimi,sonra adlım tripodumu, kameramı her bir şeyimi bindik arabaya. Mutluluğumza gölge düşürecek çalışanlarından bazıları da arabaya bindi. Sonra allahtan benden uzak mesafede oturan çıkmadı da sanat güneşimle başbaşa yolculuğumza devam edebildik. Eve doğru yaklaştıkça bir atak yapma zorunluluğum artıyordu evet biliyordum, nazlı yarim benden bir ekşın bekliyordu, genç sensin ilk çılgınlığı sen yap ben adultum, olgun görünüşümün altındaki vahşi aslanı daha sonra salıcam meydana, diyip kendini ağırdan satıyordu belli. Direksiyonu cart diye sağa kırıp el frenine asılarak mutlu beraberliğimize ilk adımı atcaktım ki yömiyemi hala almadığımın farkına vardım! Ah şu yömiye! Yine çıktı karşıma! Deliler gibi seviştikten sonra kadın mecbur vermediği yömiyemi vericekti! Hayır! Olamazdı tabiki! Düştüğüm pozisyona bak! Üstümüzü giyinirkene yömiyem! ‘’Sen ne demek istiyon adi karı!’’ diyip arabasına depik atıp, kaydettiğim kasetlerin bantlarını göz yaşları içersinde fııçıır fıçıır çekip suratına atardım! Oh allahım nayır!

Nihayet eve vardık. Kazım’a söyliyim paranı ondan alırsın dedi. Bende ne gerek var falan filan diye mahçup surat ifadesiyle mırın, kırın ederken içimden sövmekteydim biricik aşkıma. Kazım’mış peh! Versene lan işte altınım teri kurumadan alla alla! Neyse efendim birden beynimde bir ampül çaktı! Ahandaaa, yömiye falan yoksa durmanın alemi yok ben bunu benim eve kahve içmeye niye çağırmıyorum laaaağn şeklinde gelen sevinç, aslında benim bir evimin olmadığı, evim diye bahsettiğim evin 22 seneden fazla ikamet etmenin verdiği yüzsüzlük ve peder beyle olan kanbağımızdan dolayı olduğu; örf ve anenelerimizde gecenin bir vakti adult bir sanat güneşi, düğün salonu kraliçesiyle kahve içmenin ayıplanıp, kınanabileceği hatta daha vahim sonuçlar doğurabileceği gerçeğini idrak etmemle birlikte bir hezeyana dönüştü, buhar oldu gitti.

İki mahçup sevgili gibi ayrıldık; arabasının egzosundan çıkan dumanlar gecenin karanlığında aşkımızın içinde bulunduğu sisli, saklı, puslu, gizli offf tamam lan eve gittim işte! Öyle kaldı! O kadar telefonumu aldı, eve gidince insan battaniyenin altından bi mesaj atar değil mi ama! Ben şarkı söyliyim gel klip çekelim der! Muhteşem bir gece ile bu tarhana da Salon 3 e müdür olur hahahahytt.. Hem valla ne güzel olur işte! İşler açılır güzel planlarım var. Bütün orkestrayı kovarım, Kübalı mültecileri koyarım müzik yapsınlar! 10 milyonda yömiye size! Derim Küba’da eyvallahta burda mı götünüz kalktı ibneler, aynen devam derim bi Fidel bi de Che posteri sağa sola! Eviniz gibi derim alınlarından öperim, hadi aslanlarım! Evlendiricek, eğlendiricek çok çift var hobaaa. Müzikalitemiz arttı mı ? Evet! Daha az yömiyle kara geçtik mi? Evet! Ooo daha ne planlarım var! 8 neymiş 18 olcaz 18 !!! peeeh…